aslanın yattığı yer
çeşitli mecralarda akım haline gelen temizlik vidyolarına dalıp gittiğim vakitler oluyor. evlerin dip köşe, hamarat ellerde pırıl pırıl temizlenmesi, hele o balkonların, terasların kirden pastan arındırılıp ferah yaşam köşeleri haline getirilmesi, masalara iki çay mumu, mütevazı bir kır çiçeği kondurulup taze demlenmiş çayla okumaya oturulması gönlümü fethetmeye yetiyor. sanki ben yapmışım bütün o isleri gibi bir ferahlama duygusu veriyor. periyodik olarak yapılmazsa dağlarca biriken ev işleri hemen hepimizin malumu. diyete başlanan her pazartesi hafta sonundan planlanan temizliğe de başlandığı gündür. hafta içi mesaisi olanlar bu isleri hafta sonu halleder genelde tabii ama şöyle vaktimizi kendi ritmimizle planlama hürriyetimiz olursa cumartesi, pazar günleri koşturmadan yaşama eğilimimiz ağır basar. düzenin genlerimize işlemiş eğilimleri ne de olsa.
ev temizliği, hemen herkesin çalışma hayatının olduğu günümüz dünyasında, tüm işlerin bir günde halledilmesi baskısıyla stres topu haline geldi. e haliyle bunca işin tek bir insanla tamamlanması zor olacağından gündelikçi yardımcıların revaçta olduğu bir süreç oluşmuş durumda. evdeki nüfus, her birinin alışkanlıkları, yaşam alanlarının kirlenip dağılma periyotları temizlik yardımına hangi sıklıkla başvurmamız gerektiğini de belirliyor. bu yazının ilgi alanı, müştemilatlı konak yavrularının yahut daimi kadrolu yardımcıların bulunduğu evler değil doğal olarak. hem evin kirlilik durumunu hem maddi koşulları gözeterek yardımlarına başvurulan insanların haftada veya iki hafta bir, ya da çoğunlukla dip bucak genel temizlikler için ayda bir alındıkları rutinler. küçük, çekirdek ailemizin pek az ihtiyacı olsa da, önceki yıllarda ihtiyacımızdan fazla alana sahip olduğumuz geniş evimizde kire, toza pek tahammül edemediğim -haydi tamam obsesif dönemlerime has- bir sık rutinim vardı. genellikle evde olduğum hafta sonları özellikle cumartesi günlerine ambargo koyan bu hummalı temizlik faaliyetine, bu kadar koşturmaca fazla artık diyen fibromiyaljik ağrılar bir çırpıda son verene kadar devam ettim. etkin bir çalışma düzeni için çeyrek asırdır sürekli bir eniyileme peşinde olan ben, söz konusu domestik işler olunca takıntılı bir sevimsizliğe bürünebiliyordum. eziyetim de -varsa eğer- kendimden başka kimseye olmuyordu elbette. bu dönemlerde, ev işlerine vakıf bir yardımcı bulabildiysem bile en az onun kadar -kızımın deyişiyle yarışa girmiş gibi belki ondan fazla- çalışıp yorularak şimdiki temizlik şovlarına rahmet okutacak denli çabalayarak günü tamamlıyordum.
şimdi bu satırları okurken meselenin derununda yatması muhtemel dertleri sezip yazık demek bu şekilde rahatlatıyordu zihnini diye düşünebilirsiniz. bizim dışımızda gelişmesi şartıyla her tanıklığa böyle bir su basmanı inşa etmek rahatlatıcı gelebilir çünkü. doğrudur, bir kısmının temiz pak bir ortamın hem sağlık hem gündelik yaşamı kolaylaştırıcı ferah yönleri bakımından sorgulanmasına gerek görülmeyen çocukluk şartlanmalarından geldiği açık. ama iyi kötü her konunun ayırdına varıldığı yetişkinliğe erişildikçe, bu tür minik travmalarla debelenmeyi, bir de eleştirileri -ki çoğunlukla bizi önemseyen insanlardan gelir- çaresizce ne yapayım işte halledemiyorum diyerek, pasif agresif bir tavırla topu taca atmayı pek sinsice pek gülünç buluyorum. yoo pekala sevdiğim, masa başı işlerden sıkılıp ful bünye hareket etmeyi arzuladığım, koşturdukça ter attığım isleri yapmaktan büyük zevk alıyordum. ve evet, dünyanın geri kalan ve bir çırpıda halledilemeyen sorunlarına inat -bakın burada her bir dağınıklığın, kirin pasın sonunu getirebiliyorum- kafatutmasının (challenge) cazibesine de kapılabiliyordum. yani yorulmak, doğal bir sonuç ve ufak bir ayrıntıdan başka bir şey değildi. ne ev ahalisinin bu yıllarca süren rutinin kendilerine sağladığı bakım ve rahatlığı beni överek telafi etmelerine ne de dışarıdan birilerinin takdirine ihtiyaç duyuyordum. zaten istikrarla ve devamlı yapılan işlerin sağladığı olumlu sonuçlar, o sonuçlardan fayda sağlayanlar için kör noktalara dönüşebilirler. yani, kimsenin takdirine ihtiyaç mevzubahis değildir bir yerden sonra. bir seçimdir söz konusu olan ve sizin bunu yapacak fiziksel gücünüzün olmasıdır. şundan en fazla 3-4 sene öncesine kadar, haftalık rutin içerisinde kendine oyduğum köşede gayet mutlu mesut yaşattığım bu düzeni bozan ilk karşı hareket kaslarımdan geldi. herhangi bir işi aynı tempoda yapmaya devam ettirmemi zorlaştırmayan ama dinlenme vakitlerinde varlığını dayatan rahatsız edici ağrılar, doktorun bunları artık bir kenara koyup ihtiyacım olan hareketi düzenli yürüyüşlerden sağlamam gerektiği önerisiyle son buldu. ardından, beklenebileceği gibi, iki haftada bir gelmesine zar zor ikna olduğum yardımcım -ayda bir gelmesinin gayet yeterli olduğunu- söyledi ve -temiz bir evi temizlemenin kendisi için aslında daha problemli olduğunu, çünkü benim tam olarak kendisinden ne beklediğimi bilemediğini bunun da yaptığı işten zevk alamamakla sonuçlandığını- ekledi. bu açıklama, beni kol kaslarımdan daha fazla ağrıttı, itiraf etmem gerek. tamam dedim küskün bir ifadeyle. şimdi ne olacak? bereket versin bizden daha akıllıca seçimler yapabildiklerine giderek ikna olduğum zamane çocuklarından birisi de bizim evde yaşadığından, uzun sure -ya o ne öyle, böyle tel maşa temizlik mi olur?- diye burun kıvırdığım robotu almaya ikna etti beni. zaten uzun süredir kendi odasından başlayıp eve yavaşça yayılan derleme toparlama faaliyetlerinin gayet yeterli olduğunu görmemeye imkan yoktu. her gün yaptığım için uzun uzun uğraştırmayan banyo temizliği, haftalık elden geçirilen odalar, dolaplar, çekmeceler, mutfak vs işleri derken bir tek güne ambargo koyup pilim bitene kadar uğraştığım işlerin günde en fazla 2 saat ayrılsa da bitebileceğini, iş bölümü yapmanın harika bir şey olduğunu öğrenmiş oldum sonunda.
şimdi ben bu süreçten tam olarak ne öğrendim diye sorsalar yanıtım gayet açık: kardeşim, ben temiz pak mekânları, derli toplu evleri, mis gibi kokan banyoları, elini attığında sağlıkla ve güvenle kullanabileceğin içeriklere sahip dolapları seviyorum. kimsenin evinde bu düzeni nasıl tutturduğunu ise hiç merak etmiyorum. fikrim sorulsa bile kimsenin köşe bucağına öyle merakla ilgiyle bakmadığım için yanıt veremem muhtemelen. titizliğin standart bir bicimi, bir sınırı yoktur gerçekte. şu ya da bu nedenlerle, çeşitli gerekçelerle oluşmuş hassasiyetleri ille de eleştirmek, bir kulp takmak, habire sohbet ya da dedikodu konusu yapmak gerekmiyor. bu bizim ağız dolusu bir bana ne diyeceğimiz konu işte. insanın yaşam coşkusunu azaltıp azaltmadığına bakmak lazım. sağlığımız elverdiği ölçüde yapmaktan zevk aldığımız, birlikte yasadığımız insanlara dünyayı dar etmeden, benimsediğimiz ilkeleri hayata geçirdiğimiz, faydalı ve sevimli faaliyetlerin yapılmasında bir kötülük göremiyorum. bunun yerine şunun ikame edilmesi gerekir diye her eylemimize bir analiz yapanlara tamam diyorum, sen gönlünce ikame et; ben, koşullar elverirse bir kez daha hem de aynısını deneyebilirim ama şu an bunu da beğendiğimi fark ettim, bu da olur. yürümeyi de çok sevdim çünkü. bir tarihi yarımada turu iyi olur mesela şu aralar; dura dura, sakince bakıp izleyerek kmlerce yürümeyi de seviyorum. robot, telefondan komutla odadan odaya silip süpürüyor çünkü.
tatlı bir pazar günü herkese.