orta yaşı geçmesine rağmen okulla ilişkisi (bir türlü) bitmeyenler için yaz tatili yıllarca sürdüğü için artık tavsayıp kekremsileşmiş arkadaşlıkları andırır. yani artık görseniz de olur görmeseniz de. konuşsanız da olur konuşmasanız da. dünyanın en ilginç fikrini de tebliğ etse bomboş bir ifadeyle dinler, ‘maalesef tebellüğ edemiyorum’ dersiniz. üff ne kötüdür birini bu kadar tanımak. hah işte yaz tatili de -en azından benim için- böyle bomboş ve çok tanıdık bir zaman dilimi.
bir vakitler ben de şevkle ve ısrarla, şimdi hiçbir anlam veremediğim bir gençlik hevesiyle yazın gelişini dört gözle beklerdim. ilköğretimden lisans döneminin sonuna kadar yaz tatili bana, sanki azalan kriptonit düzeyimi sarj edip süper güçlerime yeniden kavuşacağım, bedenim dinlenmiş, zihnim açılmış, gözlerim parlamış bir biçimde yeniden okula yollanacağım bir imkanı çağrıştırırdı. bütün bunların havanın ısınması, ağaçların yemyeşil coşması, denizin ta eylül ayına kadar havanın sıcaklığına tezat buz gibi kalabilmesi, bir şort bir tişörtle olabildiğince hafiflemiş, o kıyı senin bu yayla benim dolaşılması, zihinde yapılması gereken işlerle ilgili öyle çok fazla problem ve yığınlar halinde kendinden beklenti yumakları olmaması, hatta o sıralarda viran olası hanede evlad ü iyal olmamasıyla da ilgisi olabilir. ‘okulu özledim’ bu günlerin ateşli telaşıyla sarf edilen bir cümledir mesela. bazen duyuyorum bizim çocuklardan, gençlerden. valla ben hiç özlemiyorum. özleyemiyorum. çünkü kendisini özletecek kadar mesafe bırakmıyor benimle arasına, bu bir. ikincisi, ben de yakasını bırakmıyorum. çünkü, ipin ucunu kaçırınca yeniden yakalamak çok güç oluyor. bu nedenle, yaz bütün haşmetiyle, o sarı sıcağıyla çökse de no, thanks deyip işime kaldığım yerden devam etmeyi tercih ediyorum.
hemen sonbaharda katılacağım konferanslara hazırlamam gereken tam metin bildiriler, dönem içinde derslerden, jüri görevlerinden, ofis saatlerinden, koordine edilmesi gereken ıvır zıvırdan başımı kaldıramadığım için yazın_bitirilecek_işler dosyasına şutladığım paper taslakları, geliştirmek için eyyamı bahurda buharlaşmayı beklediğim birtakım programlama dilleri, zihnimde tasarı halinde durup kağıda geçirilmeyi bekleyen sistem çözümlemeleri, okumak istediğim onlarca kitabı sonuna tatil koymazsan kurbağa popülasyonu düşecekmiş gibi davranılan yaz ayı geldi diye bir çırpıda silip atamam (canım!). bu nedenle, takvimler mayıs ayının sonunu gösterince elimizdekileri usulca yere bırakıp var gücümüzle aynı istikamete koşmamız gerekiyormuş gibi bir tatil hezeyanına saplanmaktan, aynı takvimler 1 eylül’ü gösterince silah omza! koşa koşa birliğimize geri dönmekten ziyadesiyle tiksiniyorum. beni ve benim gibi binlerce insanı, bu vakitler içinde olmak kaydıyla dinlenme zorunluluğuyla daraltanlarla muhatap olmuyorum. karşıma kış tatili diye gelenleri ise o cüce sömestr arasının kendisine bir faydası yokken fikren reddettiğim anlaşılmayan bir meseleye alternatif olabileceği düşünceleriyle birlikte allah’a havale ediyorum.
bizim meselemiz bazı mevsimlere eklemlenmiş tatil imkanlarının ihtimalleri değil sevgili arkadaşlar. mesele, başla-bitir komutlarıyla takvimlerde baaazı ayları zapturapt altına alan akademik takvimlerin her birimizi robota çevirerek ilkbaharın sonundan sonbaharın başından tat almamızı engelleyen, yazın en sıcak günlerine sıkıştırılan tatilde ‘dinlendiniz dinlendiniz yoksa daha yok böyle sabaha karşı yatma öğlene doğru kalkma, hafta sonu hafta başı ayrımını unutarak yaşamanın keyfine varma filan, iki ayın var haydi’ despot yaklaşımları. bu alikıranbaşkesen takvim obligasyonları, yıllar var ki bahar dallarının peri kızı güzelliklerini görmeme, sonbaharda dökülen o altın sarısı gazelleri tepelememe engel oluyor. istediğim zaman başlayan ve biten bir tatil için emekli olmayı mı beklemek zorundayım? (nefret ederim hem bu kavramdan hem emekliliğin hayata katılmayı bırakıp seyretmek zorunda olduğun bir faza geçmek gibi görülmesinden). hem yazın hakikaten oturup çalışmayı tercih ediyorum. evimde, sakin ve huzurla yapacağım işlere odaklanıp müzik dinleyip kendi ritmimle yaşayarak, arkamdan atlı kovalar gibi değil sakince yemek yaparak, daima bir yere yetişme kaygısı olmadan yaşamanın keyfine vararak, sabah erkenden çalışma masama geçip bölünmeden çalışarak, akşamüstleri balkonumda, sahilde, parkta çayımı içip kitaplarımı okuyarak. yaz tatilinin beni kandırmasına izin vermeyeli yıllar oluyor. çocuğumun arzusuyla haydi bari deyip gittiğim ve istisnasız dinlendiğimden çok yorularak döndüğüm gezilere son verdim, dahası kızımla ortak düşüncelerimiz oluştu bu konuda. zamanı geldi, haydi hep beraber diye kitlesel göç hareketleri gibi oradan oraya savrulmalardan bıktığımıza karar verdik. sorun her zaman tamamen kendi ritmimizin dışında bir dayatmayla yapıyor olmak bütün bu işleri. kendi kendimizi dinlemeden, gerçekte bize neyin, ne zaman iyi geleceğine kulak vermeden.
yazının başı ayrı sonu ayrı yere gittiyse so sorry. substack mecrası bana bu yaz hem takip edip okuduklarım hem kendi ufak ufak karalamalarım için çok tatlı minik bir alan açtı. epey dinlendirdi zihnimi doğrusu. mesudum.
okul var oldukça bize gönlümüzce tatil haram diyor sizlere iyi tatiller diliyorum.
"zamanı geldi, haydi hep beraber diye kitlesel göç hareketleri gibi oradan oraya savrulmalardan bıktığımıza karar verdik." valla böyle hocam, askerlik vazifesi gibi geliyor.